Yani ‘dünyanın çivisi çıktı’ demeyi geçtik, çiviyi tutan tahtanın bile yerinden çıktığını gözlemliyoruz artık!
Bir bakın dünyanıza Allahaşkına; haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, uluslararası riyakârlık, istihbarat entrikaları, uyduruk sebeplerle toplu kıyımlar, ülke işgalleri, sahnenin önünde başka arkasında başka oluşlar ve sıfır mahcubiyet, daha da artan yüzsüzlük, güçlü devletlerin mutlak haklılığı illüzyonu, uluslararası çapta örgütlenmiş resmi mafya düzeni, kabadayılık, bir türlü birleşememiş milletler...
Daha sayayım mı?
Mide bulandırıcı!
Hep mi böyleydi dünya? Çelişkiler, vurdumduymazlıklar, görmezden gelmeler, ikilemler bu kadar değildi bence...
Alın işte ‘akıl ve gönül’, dolayısıyla ‘bilgi ve duygu’ arasında kaldığımız bir ikilem daha:
Bir tarafta küresel salgın ve büyük deprem felaketi nedeniyle ‘eğitim’ tarafı son birkaç yılda -tabii biraz da mecburen- zayıf kalan, iyice incelen eğitim; ama diğer tarafta Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni politikaları ışığında neredeyse tamamen değişen, bu doğrultuda doğruluğu-yanlışlığı bir yana ‘not bonkörlüğünü önlemeye dönük’ olduğunu hissettiğimiz yeni bir ölçme-değerlendirme yaklaşımı...
İfade etmeye çalıştığım ikilem şu: Öğrenciler sadece 0’dan 100’e notlarla mı değerlendirilmeli; öyleyse verilecek en düşük not ne olmalı?
İlkokulda, ortaokulda veya lisede…
Bir yandan ergenlikle boğuşan, bir yandan LGS stresi yaşayan, diğer yandan türlü platformlar aracılığıyla çalışma odasına -o da varsa tabii, yoksa evin orta yerine- yağan üç milyon pare bilgiyi zavallı belleğine kaydetmek için kendini paralayan bir 8’inci sınıf öğrencisine, mesela Türkçe dersinden veya mesela Matematikten yıl sonu notu olarak en az kaç puan verilmeli?
Tabii ki her öğretmen bu soruyu kendi deneyimlerinden ve kayıtlarından yola çıkarak yanıtlayacak, kendi vicdanının kılavuzluğuyla bu kuyudan çıkacak. Milli Eğitim Bakanı bile "Minimum şu not verilecek!" diyemiyorken...
Ama bakın, bir ülke bu sorunu kâğıda küreğe dökmeden ve vicdanla çelişmeyen biçimde nasıl çözmüş. Dünyanın en geniş yüzölçümlü ülkesinin her bucağında, her öğretmen bu kararı istisnasız uyguluyor mu, bunu bilemeyiz ama 'kültür içindeki genel yaklaşımı ve onun izahını' özetleyen gerçek hikâye şöyle:
"Rusya’da en yüksek not 5 iken, bir çocuğun boş kâğıt verse bile alabileceği en düşük not 2 imiş. 100 üzerinden puanlama sistemine uyarlarsanız 40 ediyor bu not.
Yani öğrenciler eğer sadece okula gidiyorlarsa bile 2, 3, 4 veya 5 alabiliyorlar. 0 ve 1, okula devam eden hiç kimseye verilmeyen notlar.
90’lı yılların başında ABD'nin Moskova’ya atadığı büyükelçisi bu uygulamayı öğrenince çok şaşırmış. Tabii o yıllar, soğuk savaşın izlerinin henüz tam olarak silinmediği Glasnost ve Perestroyka rüzgarlarının doğu bloku ülkelerinde iyiden iyiye hissedildiği Yeltsin’li Gorbaçov’lu yıllar.
Amerikalı büyükelçi, bir diplomatik resepsiyonda karşılaştığı Moskova Devlet Üniversitesi öğretmen eğitimcisi -aynı zamanda Rusya Eğitim Bakanının 20 danışmanından biri olan- Dr. Theoder Medraev’e azıcık da küçümseyici bir tavırla sormuş: “Boş kâğıt veren bir öğrenciye neden ‘0’ yerine ‘2’ veriyorsunuz, sosyalizm-eşitlik falan diye bas bas bağırdığınız halde niye ülkenizde öğrencilere adil davranılmıyor?”
Dr. Medraev, bu soruyu “Her sabah 7’de, en soğuk havalarda bile kalkıp okula gelen, tüm dersleri takip eden, toplu taşıma ile sınava saatinde yetişen ve soruları cevaplayamasa bile en azından sınava giren, başka bir hayat yaşayabilecekken okumayı seçen birine nasıl ‘0’ verebiliriz?” diyerek yanıtlamış. ‘Biz’ demiş, ‘sadece sınavdaki sorunun cevabını bilmiyor diye hiçbir öğrenciye ‘0’ veremeyiz. En azından insan olduğu ve denediği için o öğrencilere de saygı gösteririz!"
Amerikalı Büyükelçinin suratı bu yanıtı aldıktan sonra nasıl bir hâl almıştır bilemiyoruz ama araştırınca öğreniyoruz ki bu uygulama, Rusya dışında sosyalist kökenli bir başka ülkede, Bulgaristan’da da varmış.
★★
Öğretmenlerimizin eğitim-öğretim yılı boyunca ve bütün o ardı arkası gelmez şube öğretmenler kurulu, zümre, kurul, komisyon vesair ‘Ne yaptık? - Ne yapacağız?’ içerikli toplantılarda Sovyet Rusya icadıymış gibi görünen bu tutumu, kopyalayarak değil öğretmen sezgileriyle bizzat keşfederek ve kendi deneyimlerinden damıtarak, sınırlar ve çağlar üstü, adil ve genel, son derece de vicdanlı bir eğitimci yaklaşımı olarak sıklıkla dile getirdiklerini, savunduklarını ve somutlaştırdıklarını hep gözlemledim. 30 yıl boyunca ama özellikle şu son birkaç yılda, türlü okullarda...
İşte o noktada öğretmenlerin bir kısmı diyor ki:
Biz büyüklerin bile muvazeneyi usul usul yitirdiğimiz şu olağanüstü koşullarda hayatta kalmayı başaran, sapıtmayan, evdekilere saç baş yoldurtmayan, kimi zaman en sevdiği insanları yitirdiği halde çocukça saflığıyla yine de her gün gelip sınıflarda karşımıza oturan, ergenliklerini dünyanın türlü türlü krizleriyle iç içe ama Avrupalı akranlarının yüz ışık yılı gerisinde yaşayan -elbette görece Filistin ya da Afganistan’daki akranlarının da yüz ışık yılı ilerisinde yaşayan- çocuklarımıza hak ettikleri zafer madalyaları takılmalı…
Bu 3’ten 5’ten, 80’den 100’den çok da fazla bir şey!
Öyle olmalı!
Özetlediğim yaklaşımı eleştirenler olacaktır. ABD’nin Moskova Büyükelçisi gibi düşünüp bu toleranslı bakışı adil bulmayanlar, hem veliler içinden hem de eğitimciler içinden çıkacaktır elbette; ama bu çağa özgü olarak gittikçe yaygınlaşan ‘eğitimsiz öğretim sürecinde’ ‘süper etkili ve doğruya en yakın’ olabilecek yaklaşım, belki de bir zamanlar Rusya’nın (sosyalizmin kıblesinin) uyguladığı Amerika’nın (kapitalizmin kıblesinin) ise beğenmediği o toleranslı -daha doğrusu anlayışlı, merhametli- yaklaşımdır.
Tartışılır. Tartışalım da...
Ama önce durun ve bir geriye bakın; ne öğrettik ve ne kadar iyi öğrettik ki şimdi ölçme-değerlendirme yöntemlerimizi acayip sivrilterek kusursuzluk arayalım, toleranssız davranalım?..
Açıkça söylemek istediğim: Ne geçen yılki kadar laçka ve dejenere olmuş ne de muhtemelen (bu gidişle) gelecek yıl karşımıza çıkacak ölçme-değerlendirme yaklaşımındaki kadar acımasız ve katı olmak lazım. İki tam sayı arasında sonsuz sayılar varsa bu konuda da arada bir yer mutlaka vardır!
Ve eğer şu anda bir okulda öğrenim gören çocuklardan birinin velisi olsaydınız -belki de öylesiniz- beş on satır yukarıda koyu karakterlerle özetlemeye çalıştığım yaklaşımı büyük olasılıkla minnettarlıkla karşılardınız. Yıllar sonra bu kuşağa mensup çocuklar da geriye bakıp aynı minnettarlığı sergileyeceklerdir, hiç kuşkunuz olmasın.
‘Bizi anlamışlardı’ diyeceklerdir.
‘Havadan ne notlar aldık ama!’ demeyeceklerdir, inanın!