Ne şanslı bir öğretmen, sonra ne şanslı bir okul müdürü olmuşum!
Bunun için ne kadar şükretsem az; kaderime minnettarım!
Geriye dönüp bakıyorum da otuz yılı aşan yolculuğumda beni yüreklendiren, ilham veren yöneticilerle ve harika öğretmenlerle tanışmanın dışında, öğrenciyken biriyle bile tanışamadığım Psikolojik Danışma-Rehberlik (PDR) uzmanlarının, öğretmenlerinin, rehberlerin muhteşem örnekleriyle de yine meslek yaşamım boyunca birlikte çalışma şansım olmuş:
Kıbrıs-Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde (DAK) Banu ve Sinem hocalarım; Ankara-Bilkent Üniversitesi’nde (ÖBL) Nazan hocam; Antalya-Alanya’da Ferah, Mehmet Osman ve Yakut hocalarım; Antalya-Manavgat’ta can dostum Mithat ile birlikte Tuğba, Hatice(ler) ve Ezgi muhteşem beşlisi; Mersin’de yedi yıla yayılmış dostluklarla harika eğitimciler Gül Sezgin, Sibel, Burcu, Gizem, Gülşen, Ece hocalarım ve hâlâ kalbimi sızlatan hikâyesiyle dünyaya sadece iyilikler bırakmış (rahmetli) Ebru hocam...
Elbette şimdiki harika takımımdan; edebiyatla psikolojiyi ustalıkla birleştiren sihirli kalemiyle ve saf iyiliği özleyen dünyaya armağan ettiği benim iyi kalpli sevgili küçük dostum Halil Deniz’le hayata her gün yepyeni canlı renkler ekleyen değerli Sibel Erkal hocam...
Onunla birlikte şimdiki zamanın modern dervişi olarak gördüğüm sevgili dostum Mehmet Osman Çetiner ve derin bilgiyle yüksek yaratıcılığı, tevazuyla nezaket potasında eritmiş sevgili arkadaşım Burcu Kara, üçü de kendileri için başka yazılarda açılacak dopdolu parantezleri hak ediyorlar; adlarını anıp geçtim diye darılmasınlar...
Keza; türlü kurumlarda, büyük ya da küçük ölçekli projelerde birlikte çalışıp da şimdi ismini anmadıklarım vardır; onlar da lütfen beni hoş görsünler.
Ve tabii şahsen tanıdıklarımı anımsayıp bir çeşit saygı duruşu yaptığım bu yazının çekirdeğine bütün idealist PDR’cilerin adlarını yazıyorum.
Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Kaynakları Yönetimi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Selim Özçay’ın Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde yayınlanan Psychological Counselling And Guidance in Terms Of Employment Opportunities Human Resources Specialization Of Experts in Turkey (Türkiye’de Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uzmanlarının İstihdam Olanaklarının İnsan Kaynakları Uzmanlığı Açısından Değerlendirilmesi) başlıklı ilginç makalesini Türkçeye çevirince PDR’ye ilişkin şu tarihsel referanslarla karşılaşıyoruz: “Türkiye’de PDR alanında ilk lisans programı, 1965-1966 öğretim yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde ‘Eğitim Psikolojisi ve Rehberlik Bölümü’ adıyla kurulmuş. 1982 yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle de ‘Eğitimde Psikolojik Hizmetler Anabilim Dalı’ adıyla lisans düzeyinde ‘Psikolojik Danışma ve Rehberlik’ (PDR) programları başlatılmış.
Bugün itibariyle ülkemizde psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri çeşitli sağlık, endüstri, kurum/kuruluşlarında ve sosyal yardım hizmeti veren kuruluşlarda yer alırken en yaygın olarak okullarda yürütülüyor. Yine Özçay’ın makalesinde geçtiği haliyle “Türkiye’deki okullarda her 250 ya da 300 öğrenciye bir psikolojik danışman düşmekte”...
Peki bu tam olarak ne demek?
Sayılar herkesin kolayca anlayabileceği çok ciddi bir yetersizliği (bariz bir şekilde eğitim sistemimizdeki psikolojik danışman rehber ihtiyacını) ifade etmekle birlikte bu soruya da Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Genel Başkanı Mesut Yıldırım yanıt veriyor: “Okullarda 36 bin 500 civarında psikolojik danışman ve rehber öğretmen görev yapıyor.”
Rakamlar 2022 yılı Mayıs ayını yansıtıyor. MEB’in ve özel öğretim kurumlarının son bir yıldaki istihdam istatistikleri ışığında bu sayının bugün en çok +/- 1000 civarında değiştiğini varsayabiliriz.
Halbuki üniversite öncesi çağda MEB’in açıkladığı en son örgün eğitim istatistiği raporuna göre 19 milyon 155 bin 571 öğrencinin eğitim-öğretim gördüğü Türkiye’de bugünün psiko-sosyal koşullarında en fazla 100 öğrenciye 1 PDR uzmanının/öğretmeninin düşmesi gerekiyor. Bu da yaklaşık 191 bin rehber öğretmenin eğitim sisteminde görev alması gerektiği anlamına geliyor. Yani gerçekte sadece bu sektördeki açığımız 154 bin 500.
Acı ama gerçek!
O yüzden; bu yazıyı okuyan veya okumayan bir avuç rehberin fedakârlık hikâyeleri, bize şu ünlü deniz yıldızı hikâyesini çağrıştırıyor: ‘Yardım bekleyen binlercesi içinden sadece bir tanesinin hayatını değiştirebilirsek çabamıza değecek...’ durumu yani.
Bu kesinlikle sarsıcı bir tablo!
★★
Şurası net: Bizdeki çok büyük ve maalesef ekonomik nedenlerle görmezden gelinen veya çözülmesi ertelenen büyük açığa karşın PDR, bilim ve eğitim literatürüne girdiği zamandan beri her geçen yıl daha da artan bir öneme sahip; ama özellikle 2020-2021 yıllarında yaşadığımız Covid-19 küresel salgını ve sonrasında ülkemizin tamamında yaşamı derinden etkileyen (2023) büyük deprem felaketi ile o iki felaketin körüklediği ekonomik kriz, dolayısıyla yaşam standartlarının çok hızlı ve çok dramatik biçimde değişmesi; bu alanda çalışan uzman ve rehberlerin eğitim sistemi içindeki kritik işlevini daha da önemli hale getirdi. Bu bakımdan, hangi yaş ve deneyimde olursa olsun, kendini yenileyebilen, bugünün psiko-sosyal sorunlarını ve onlara dönük çözüm yollarını kavramış, sınav-tercih danışmanlığının ilerisine geçebilmiş psikolojik danışmanların söylediklerini can kulağıyla dinlemek ve ciddiye almak, uygulamak lazım.
Yazının başında da vurguladığım o harika arkadaşlarımdan işittiğim birbirinden değerli önerilerin adeta sentezini, bir süredir genel koordinatörlüğünü üstlendiğim kolejin rehberi sevgili Gül Sezgin Kayadelen, kısa süre önce etkileyici bir metinle velilerimize aktardı.
E, aklın yolu bir tabii...
Çocuklar ve gençler için öteden beri başka başka metinler, sunumlar, söyleşiler de hazırlıyoruz okulda; ama hem ‘rehberliğe en önce, en acil ihtiyaç duyduğuna inandığım kesime, velilere yani’ seslendiği için hem de demin dediğim gibi bana bugüne dek tanıdığım bütün iyi PDR’cilerin doğru yaklaşımlarını çarpıcı bir sentezle anımsattığı için ufak bir kısaltmayla bu metni alıntılıyorum.
Bugünün velilerinin; hazırlıksız yakalandıkları ve daha öncesinde de deneyimlemedikleri -en azından 1940’lı yıllar sonrasında yaşamadıkları- küresel krizler içinde devindiklerini; bu kaosta kendilerini yeni keşiflerle eski güzel varış noktalarına çıkarabilecek yolları bulmaya çalıştıklarını gözlemleyebiliyorum. Metin, bu açıdan da bir çeşit kılavuzluk sunduğu için önemli. Değerli Sezgin hocamın izniyle ve sizin de beğeneceğinizi umarak paylaşıyorum tabii:
“Hayat rengarenk:
Siz de lütfen çocuğunuza, hayattaki gibi renkli seçenekler sunun...
Çocuğunuza emir vermek yerine seçenekler sunun ve onun karar vermesini sağlayın. Karar vermek çocuğun kişiliğini güçlendirir. Örneğin ‘Dişlerini pijamalarını giydikten sonramı yoksa öncemi fırçalayacaksın?’ diye sormak, ‘Git dişlerini fırçala!’ demekten çok daha etkilidir.
★★
İşin sırrı davranışlar:
Çocuk duyduğunu değil, gördüğünü öğrenir ve uygular...
Çocuklar, oyun çağından, kurallı eğitim dönemi ve sosyal çevreyle etkileşim aşamalarına kadar kişiliklerini oluştururken çevresindekilerin davranışlarını taklit etme eğilimindedirler.
Anne baba olarak öğüt vermek yerine ona davranışlarınızla örnek olun. Çocuklar için eylem sözden daha etkilidir, unutmayın!
★★
Çocuklarınıza kazandıracağınız en önemli güç, ‘sorumluluk alabilme’ gücüdür.
Çocuklara bunu kazandırmanın yolu, anne ve babaların tutum ve davranışlarından geçiyor. ‘Sorumluluğunu alan’ bir insan, kendi kararlarını verebilir, doğru ve yanlışlarını ölçebilir, yanlışlarından ders alabilir, kendini tanımak için çaba harcamanın değerini bilir...
★★
“Var olanı görme sanatını önemseyin:
‘Her şey, sadece olduğu kadardır!’
Hiç bir şey ne sanıldığı kadar kolay ne de korkulduğu kadar güçtür. Çevrenizdeki yaşam reaksiyonunu, milyonlarca etki-tepki oluşumunu lütfen dikkatlice gözlemleyin. Doğada veya insan yaşamında hiçbir şey ne çok kolaydır ne de çok zor! Rölativite, izafiyet ya da görelilik denen şey tam da budur! Yetişkinler bunun farkına vardıkça çocukların ve gençlerin yaşamları kolaylaşıyor. Çocuklar yakınmaktan ve mazeret üretmekten çok, mücadele etmeyi ve başa çıkmayı öğrendikçe de yaşam güzelleşiyor...
★★
Önemli olan kısa vadeli veya anlık performanslar değil, ‘zamana yayılan çabadır’.
Bu nedenle sonuç yerine gidişi, alınan not yerine harcanan emeği, varış yerine yolculuğun kendisini de değerlendirerek onu övün...
★★
20 yıl sonra, tüm ders notlarını unuttuğunda çocuğunuzun aklında ne kalacak sizce?
Eğitim, işte tam da onunla ilgilidir! Orada saklıdır.
‘Akademik başarı’ ve ‘sınav kazanmak’ uğruna çocuğunuzla olan yakınlığınızı tehlikeye atmayın. Aranızdaki sıcaklığın hayat boyu devam etmesi her şeyden önemli ve ‘Hoşgörülü ebeveynlerin çocukları başarısız olur’ diye bir istatistik yok.
Tersi ise daha çok rastlanan bir durumdur...
★★
Eğitim için üç sihirli değnek:
Tutarlılık, kararlılık, sürdürülebilirlik...
Sevgili Anne ve babalar,
Çocuklarınıza, ‘uygun veya kabul edilen davranışı öğretirken’ ya da neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretirken gerek yetişkinler (ebeveyn) olarak kendi aranızda gerekse çocuklarınıza yönelttiğiniz davranışlarınızda dengeli, tutarlı ve kararlı olmalısınız. Bu üçü olmadan kalıcı öğrenme ve olumlu davranış değişikliği sağlamak olanaksızdır!
★★
Modenleşme ve değişim bilinçliyse iyidir; ama insanı bireye, bireyleri topluma dönüştüren ‘köklü değerleri’ görmezden gelemeyiz!
Değerler eğitimi çok önemli ama hiç kuşku yok ki değerler öncelikle aileden, çevreden ve kişinin üzerinde etkili olan diğer insanlardan devralınır. Ailenin sahip olduğu değerler, kişinin orta ve uzun vadede kim olacağını belirler. Değerler bireyin hayattaki seçimleri üzerinde etkili olduğu gibi, inanç ve algılarını da şekillendirir. Kişilerin sadece görünen anını (şimdiki zamanını) değil, geleceğe dönük amaçlarını, ideallerini hatta hayallerini bile etkiler.
★★
Çocuğun iç sesini duyalım:
‘Başarınca takdir edilmek istiyorum!’
Her çocuk sevilmek, takdir edilmek, beğenilmek ve önemli olduğunu hissetmek ister. Aile çocuğa bu duyguları sağlayan en önemli destek birimidir. Aile bireyleri birbirlerine sevgi ve takdirlerini ifade eden cümlelerle destek verdiğinde, her bireyin ihtiyaç duyduğu sevgi, kabul, güven ve ait olma hislerini karşılamaktır.”
★★
İşte tam bu noktada duralım:
Motivasyonun içsel mi, dışsal mı olması gerektiği eğitimle ilgili her platformda mütemadiyen tartışıladursun; biz şu gerçeği görmezden gelemeyiz. Orta ya da uzun vadede kendimizi değiştirmeye niyetleniyorsak bile önce şunun farkında olalım:
Öyle ya da böyle, biz gazla çalışan insanlardan oluşan bir toplumuz!
Duygusalız. Akdenizliyiz. Daha doğrusu Asya’dan Akdeniz’e kısrak başı gibi uzarken steplerden gelen köklerimizi burada deniz gören zeytin ağaçlarının köklerine dolamış bir milletiz.
IQ’dan çok ya da en az IQ kadar EQ (Duygusal zekamız) yön verir bizim hayatlarımıza; dolayısıyla ‘Her başarıyı takdir etmeyin, bırakın çocukların içsel motivasyonları gelişsin!’ diyenlere benim yanıtım, daha doğrusu tepkim şu: Sırf dışı geçip içsel motivasyonu şaha kaldıracağız diye çocuklarımızdan -ya da daha genel anlamda birbirimizden- takdir duygumuzu, takdir içeren ifadelerimizi, sırt sıvazlamamızı, omuz okşamamızı esirgersek çok hızlı ve çok fena bozuluruz.
Henüz o kadar batılı değiliz!
Olur ileride; ama o iş usul usul, sindire sindire olur.
Üstelik o psiko-sosyal evrim oluşurken bizi duygulu, duyarlı, doğulu, kendimize has, bazen de imrenilen özetle ‘özgün ’ yapan şu ‘takdir duygusuna duyarlılık ve takdir etmeyi iyi bilme’ özelliğimize tümüyle sırt çevirmemiz gerektiğine de şahsen inanmıyorum!
Medeniyetimizi biçimlendiren özelliklerimizden biri bu.
★★
Az önce okuduğunuz güzel metni oluşturan düşünceler bahanem oldu, birbirinden iyi, birbirinden özel dostlarımı fikirleriyle andım. Kulakları çınlasın. Ebru da ışıklar içinde uyusun. Sevgili küçük kızımın kapımı aralayıp ‘Bu sabah güne nasıl başlıyoruz hocam?’ deyişini, ardından ‘Hadi canlanın, çocuklar capcanlı bir müdür görmek ister!’ diye beni yaşamaya davet edişini asla unutmam.
★★
Unutmadan...
Sadece üç gün sonra 10 Kasım...
Cumhuriyetimizin kurucusu, aynı zamanda tarihimizdeki onlarca tamam-devam savaşının en sonuncusunda bayrağımızın ve İslam sancağının işgalcilerin ayakları altında ezilmesine müsaade etmemiş büyük komutan ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 85’inci yıl dönümü.
Dünyanın gidişatına bakmak, o büyük kahramanı anlamak için yeterli değil mi? Başka ne denebilir ki?
Ata’mızı her daim rahmet, şükran ve minnetle anıyoruz.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.