‘İçinizde anlatılmamış bir hikâye taşımanızdan daha büyük bir ızdırap yoktur’…
Ve eğer bu sözün doğruluğuna onay veriyorsan çok büyük olasılıkla sen de içinde hiç kimseye anlatılmamış bir hikâye taşıyorsundur.
Izdırap içindesindir.
Daha doğrusu ızdırap, senin içindedir. İçinde birikeni anlatıp sonuçta sırrını aşikâr etmedikçe ızdırabı da içinden asla söküp atamazsın.
Kabullenmek çok zordur bunu.
İtiraf etmek bir kat daha zor!
★★
Belki de durdun, ‘Benim hikâyem ne?’ diye düşünüyorsun şimdi.
‘Gerçekten de sakladığım öyle çarpıcı, öyle özgün bir anlatı var mı içimde?’
Varsa ne?..
Elbette var!
Sen herkesten farklısın ve işte seni farklı kılan da içinde sakladığın, henüz kimseyle paylaşmadığın o anlatı…
O hikâye…
★★
Girişteki o şahane cümleyi Afro-Amerikalı şair, yazar, dansçı, şarkıcı, besteci ve koreograf Maya Angelou (1928-2014), yaşadığı akıl almaz dışlanmayı, uğradığı acımasız ırkçı saldırıları ve en sonunda yaşadığı korkunç tecavüzü anlattığı yedi parçalı biyografisini tamamlarken kullanıyordu.
Müthiş bir hikâye, tam anlamıyla şok edici bir dram onunki…
Ama onu bir yana bırakalım.
Senin de şaşırtıcı bir hikâyen var, değil mi?
Anlaşılmamak, hak ettiğin değeri bulamamak, doğru zamanda doğru insanla karşılaşamamış olmak ve maalesef kaybetmek, çuvallamış gibi gözükmek senin hikâyenin içinde de var.
Senden daha az hak edenler büyük kazanmışken hem de…
Ne fena!
Ama diğer yandan; senin hikâyenin içinden başka bir nehir akıyor: Her şeye rağmen diz çökmemiş olmanın gururu, helal kazanmanın ve namerde baş eğmemenin kıvancı, bütün çeldiricilere rağmen kendin olarak kalmanın ve şahsiyetini hiçbir ödüle, hiçbir rüşvete ve şantaja peşkeş çekmemiş olmanın senin içinde doğurduğu o kışkırtıcı direnç, o muazzam huzur ve ilelnihaye her şeye yeniden başlayabilecek olmanın umudu köpüre köpüre akıyor senin içinde.
Başkalarının hikâyelerinde bunun benzeri ışıltılar olabilir; ama seninki bu işte ve bu da aslında bambaşka.
Gerçekten de bambaşka!
★★
‘Gerçek’ demişken…
Kim bilir, ‘Gerçek, zamanı gelince illaki can acıtır; ona mesafeli duruşumuz ve onu bu denli az tanımamız, işte bu yüzdendir.’ diyen Iris Murdoch (1919-1999) da belki günü geldiğinde derimizi yırtarak dışarıya püskürecek o gizli ve ızdırap verici hikâyeyi, aslında yaşamdan alıntılanmış veya yaşama uygun kurgulanmış bir hikâye olarak değil de ‘sadece gerçeğin kendisi’ olarak tarif ediyordu.
Ve Murdoch bu tarifi herhangi biri için değil, belki de doğrudan doğruya senin için yapıyordu.
Senin hikâyenin benzersizliğini bildiği için…