Hatıra kitapları, siyasetçi, sanatçı, iş adamı, bilim ve din adamlarının yaşadıkları veya tanık oldukları olayları anlatan eserlerdir. Kişisel öyküler üzerinden hayata bakmak gibisi yoktur. Geçmişi, şahitleri veya aktörlerinin gözüyle bir kez daha yaşarız hatıra kitaplarında. Hatıra kitapları, tarihsel gerçekleri öğrenmemize katkı sağlar, devirlerin özelliklerini yansıttıkları gibi, olayların içyüzünü de gösterirler.
Hatıra kitaplarının göz ardı edemeyeceğimiz bir yanlılığı vardır: bu eserler, bir yönüyle ‘ego’ kitaplarıdır. Sultan Abdülhamid’in ‘Hatıra Defteri’ de böyledir, M. Kemal Paşa’nın 'Nutuk’u da böyledir. Hangi kişiye ve çağa ait olurlarsa olsunlar, hatıra kitapları, kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak, haklılığını kanıtlamak, karşı tezlere cevap vermek gibi psikolojik ihtiyaçları da karşılarlar.
Öte yandan hatıra kitapları sadece tarihe tanıklık etmeleri yönüyle değil, edebi bir değer de taşırlar. Hatıra kitapları genellikle açık, sade ve akıcı bir üslupla yazıldıklarından okuyucuyu sıkmaz, aksine ilgi çekerler. Hatıra kitapları, araştırıcılar, tarihçiler ve edebiyatçıların da entelektüel veya mesleki ilgi alanlarının başında gelir.
Son olarak şunu da ilave etmemiz gerekir: Hatıra kitabı yazarları, okuyucuyu mahkeme yerine koyup, ‘gerçeği, sadece gerçeği söyleyeceğime Tanrı’nın huzurunda andiçerim’ deseler de, psikolojik etki sözlerinin arkasında daima hissedilir.
Fakat bu öyle tuhaf bir algıdır ki, mesela Atatürkçüler için gerçek, Paşa’nın 'Nutuk’ta anlattığından ibarettir, karşıt görüştekilerin referans kitapları da gerçeği kendilerinde temerküz ettirir.
Tasavvuftaki mecaz gibi: Dört kör bir filin yanına götürülmüş ve onunla temasları sağlanmış. Biri ayaklarına sarılmış ve fil direk gibidir, demiş; biri kulağını tutmuş, biri hortumunu, biri karnını keşfetmiş ve hepsi de yemin ederek yaşadıkları tecrübeyi ‘fil’ diye bilmiş ve tanıtmışlar. Her birinin söylediği gerçektir: fakat mutlak gerçek belki dört görüşü hatta daha fazlasını içerir.
Nurcu Kırkıncı Hoca, Tıp adamı Hikmet Hoca, Milli Görüşçü Esengün Bey ve Ülküce Muammer Bey, hatıralarını yazarak, tabiri caizse, bize fili, yani yaşadıkları gerçekliği, anlattılar. Fakat anlattıkları salt gerçek değildir, ‘oluşmuş beyinle’ algıladıkları gerçekliktir. Zaten başka nasıl olabilirdi ki? Bizim gerçek dediğimiz şey, paradigmalarımıza bağlı, yaşanmışlıklarımızdan ibaret değil midir?
Hatıra kitapları, her ne kadar bir ego savunması mertebesine indirilebilirse de, bu onları değersiz kılmaz, aksine öznel olmaları onları çok değerli ve önemli kılar.
Türkiye, Tanzimat’tan beri, siyasi ve dini cereyanların etkisinde bir ülkedir: Türkiye’de, Bediüzzaman’dan sonraki ‘Nurculuk’ faaliyetlerini anlamak isteyenler Kırkıncı Hoca’nın, Siyasi İslamcılığı anlamak isteyenler Esengün’ün, Atatürk Üniversitesi’nin kurumsallaşması, Tıp Fakültesi ile Kalp Cerrahisinin kurulmasını, Cumhuriyet sonrası tıp eğitimini anlamak isteyenlerin Koçak’ı ve nihayet Ülkücü hareketi anlamak isteyenler Cindilli’nin hatıralarını okumak zorundadırlar.
Türkiye’ye de etkileri olmuş bu dört Erzurumlunun öznel hatıralarına zaman ayırabilirsek, belki fili tam bir gerçeklik olarak da biz de görebiliriz. Bu da az değil çok şey demektir.
Yazı uzadı: Biz, Muammer Cindilli Bey’in Hatıraları’na bir giriş yazısıyla başlayacaktık, kaldı haftaya. Ömür varsa, Cindilli’nin, okumaya devam ettiğimiz hatıraları üzerinden, Erzurum’u ve ‘Ülkücü’ hareketi anlayıp yorumlamaya çalışacağız.
Bir de bunlarla ilgili madalyonun öteki yüzüne bakarak yazarsanız iyi olur. Siyaseti arkalarına alarak kendi mensuplarını, başta üniversite olmak üzere, diğer kurumlara nasıl yerleştirdiklerini görün. Bunu yaparken nasıl kul hakkının otelendigini bir görün. Nisa -58. Ayette Rabbimiz, sevgili Peygamberimize " ya Muhammed !. Emaneti ehline ver, Allah'tan kork, adaletle hükmet" buyurarak bir emir veriyor. Bu ilahi emrin nasıl çiğnendiğini iyi görün. Hikaye anlatmayın lütfen. Selamlar.
ejder tepesi, önce açık kimliğinle yaz lütfen...