Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Fıtraten kadın ve erkekten oluşan insanı ayrıştırarak birbirine rakip ve hatta düşman yapma, birbiriyle çatıştırma zihniyeti bizim medeniyetimize ait değildir. Kadını ve erkeği karşı karşıya getiren anlayış asırlarca yönünü şaşırmış bir vaziyette insanlığa en karanlık deneyimleri yaşatan Batı'ya aittir. Bu müflis ve müfsit zihniyet daha bir iki asır öncesine, hatta 1960'lı, 1970'li yıllara kadar devam eden utanç tablolarını örtmek için kendine sahte bir tarih inşa etmeyi başarmıştır."
Meselenin temeli işte o BATI’ya kanarak onlarca yıl bize sunulan zehirli hikayeyi yuttuk. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye olarak bu sahte ama parıltılı, içinde istismarı barındıran, "hak, özgürlük, eşitlik" ambalajıyla reklamı yapılan çarpık demokrasi anlayışının albenisine uzunca süre kapıldığımızı belirttiği meselenin ana unsur AİLE yapısı, değerlerimiz, örf ve geleneklerimizden başkası değildir.
“Kadının Adı Yok” ismiyle kitap yazan kadın bir yazar, “Feminizm” aptallığı vesair; söylemek gerekiyor ki çok uğraştılar. Yine itiraf etmek gerekiyor ki ‘başardılar’.
Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu, “Türkiye nüfus meselesinde bir kâbusa doğru gidiyor. Nüfus artış hızımız durma noktasına geldi. Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu nüfustur. Böyle giderse Türkiye ne olur? Ben açık ve net söyleyeyim; Anadolu'da yaşlı bir Türk nüfusu olur. Tarım başta olmak üzere hiçbir alanda çalışacak işgücü üretemeyiz. Kendisini toparlayamazsa da bu topraklardaki yaşama kabiliyetini kaybeder.” Diyor.
Haksız mı diye sormayın çünkü net bir teşhis.
AİLE Planlaması ihaneti!
1965'te kabul edilen 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun, Türkiye'deki nüfus politikalarında bir dönüm noktası oldu. Yıllarca nüfus planlaması yapıp çocuk sayısının azlığını teşvik ederek nüfus artış hızı düştü.
1965 tarihli yasa, 2000’li yıllara kadar yoğun biçimde uygulandı. İl ve ilçelerde konuyla ilgili Sağlık Müdürlüklerinde planlama birimleri mevcuttu ve görevli doktor, hemşire vs. personelle ailelere “aile planlaması” yani nüfus artışını durdurmanın yöntemleri öğretiliyor, yetmiyor kadınların hamile kalmasını önlemek adına tıbbı uygulamalar, ilaç vs. ücretsiz dağıtılıyordu.
Aile planlamasının yanı sıra TV, Gazete, Dergi vb. araçlarla kalabalık nüfusun zararları adeta beyinlere kazınıyordu. Kadınların istemediği doğumu yapmaması fikri öncelikle şehirlerde, eğitimli kesimde yaygınlaşıyordu.
İstenmeyen gebeliği sonlandırma, sezaryen adeta teşvik ediliyordu.
Günümüzde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da tespitleriyle, "Önceleri televizyon, radyo, gazete, dergi gibi medya araçlarının, son dönemde etrafımızı örümcek ağı gibi saran sosyal medya platformlarının yıkıcı etkileri karşısında direnebilmek gerçekten meşakkatliydi. Aynı zorlukları hâlâ iliklerimize kadar hissediyoruz. Tahribat öyle büyük ki telafisi kolay olmuyor.
Sosyal medyanın kaotik atmosferi ise çabalarımızı daha da güçleştiriyor. Açık konuşmak gerekirse kendi insanımızın bir kısmının evlatlarının inancıyla, hayat biçimiyle, siyasi algısıyla, sosyal çevresiyle, bambaşka dünyalara kapılıp gitmesine engel olamamanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Çocuklarımızın zihinleri ve gönüllerinin kontrolü, tamamen bizim dışımızda olan sanal dünyanın tesiri altındadır. Bu, sadece ülkemize mahsus bir sorun da değildir. Batılı devletler dâhil herkes insanın kendi elleriyle ortaya çıkardığı bu 'Frankeştayn'la mücadele içindedir."
Çözüm, milli ve manevi değerlerin eğitimin içerisinde olmasından öte değil.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde ilk seslendiği “En az üç çocuk” sloganı ne yazık ki bir takım siyasi marazlarca bilmem nereme dokunma, istediğim kadar doğururum gibi karşı sloganlarla etkisizleştirilmişti.