“Öğretmen memnuniyeti niye çok önemli?”
Hoşgörülü, prensip sahibi, adil, dürüst, sevecen, at gözlüğü takmamış, akıllı, bilge kısaca ‘iyimiş gibi tribüne oynayan, tribe giren, özel ders reklamı yapanların değil, özünde gerçekten iyi olan’ öğretmenlerin ve tabii eğitim yöneticilerinin çok tuttuğu, belki de onların iyilik kriteryasının en başında yer alan bir ilke var. En iyiler, o kriter veya beklentiyi öğrencileriyle sıkça paylaşırlar. Tekrara düşüyormuş gibi görünme pahasına, bilerek tabii, sürekli ve sürekli yinelerler ve derler ki:
‘Başkalarıyla yarışmayı bırak; nasılsa herkesi yenemeyeceksin. Kendinle yarış, kendini aş ki zafere erişme şansın olsun!’
Sadece bir düşünce, bir öneri mi bu?
Elbette hayır! Kim bilir kaçıncı kez işittiğimiz ve kim bilir kimlerin, daha önce hangi güzel öyküler, romanlar, biyografiler içinde sırlayarak bize binlerce, on binlerce kez aktardıkları bir öğreti bu…
Ama…
Eğer işin sırrı, şu aralar çok popüler olduğu üzere ‘sürdürülebilirlik’ ise o zaman öğretmenlerin yeni eğitim-öğretim yılı başlarken kafamızda uyandırdıkları bir başka soruya bugün düşüncelerimizde özellikle yer açmamız gerekiyor:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeysek gündelik koşullara, değişkenlere, rüzgârın yönüne göre değişmeyecek, ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Hangi pusulayla izlenen, nereden yola çıkan, nerelerden geçen, nasıl bir rota bu?
İyileşmeninin en kısa yolu nereden geçiyor?
İster öğrenen merkezli ister öğreten merkezli; ister essentialist ister progressif ister rekonstrüktif eğitim yaklaşımını benimseyelim; hiç fark etmez. Gerçek şu ki ancak sınıftaki öğretmenin o yaklaşıma inandığı, amaçlarını ve esaslarını bildiği ve tabii ‘benimsediği’ kadar ilerleme sağlayabiliyoruz. Bu gerçeğe sırt çevirmemiz durumunda değişimi yönetmek olanaksız.
Başka bir deyişle: Geniş anlamda ulusların, ulusal eğitim sistemlerinin ve daha özel anlamda ise okulların kaderi, her koşulda öğretmenlerin elindedir. İyilikler-doğruluklar evreni de ancak iyi öğretmenlerin ufukları kadar geniştir. İyilerin çoğalması, hiç olmazsa nesillerinin tükenmemesi, etkinleşmesi çok önemli!
Ve bundan rahatsız olmamız gerekmiyor.
Yeter ki ‘toplam kalite’ hesabını ekonomi parametreleri kadar bu gerçeğin de farkında olarak yapalım ve öğretmenleri gereksinim duyduğumuz donanım, formasyon ve prestije kavuşturmak için özveride bulunabilelim.
★★
Öğretmen memnuniyeti:
Okullarda ‘iyileşmenin’ en gerçekçi rotası ya da en ekonomik reçetesi...
Birinci bölümün çekirdeğinde sorduğum soruya tekrar dönelim:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeyken ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Evet, elbette mümkün!
Günün koşullarına göre değişime uğramayan, siyasal eğilimlere göre yön değiştirmeyen, popüler kültür önünde diz çökmeyen bir izlence, bir program, bir yazılım; öyle bir rota elbette oluşturulabilir.
O yazılım, gerçek öğretmenlerin beyninde, yüreğinde, belleğinde yüklü.
Yeni bir şey olarak değil, yıllardır hem de…
Hatta yüzyıllardır…
Ulusal eğitim sistemlerinde ya da okullarda iyileşmenin en gerçekçi rotası, en basit ve en anlaşılır söyleyişle ‘öğretmenlerin memnuniyetidir’.
Öğretmenleri memnun edecek tasarılar, adımlar, önlemler, girişimler ve gelişmeler, inanın bizi çok büyük olasılıkla iyileşmeye götürecektir.
Tam da bu noktada insan -muhtemelen özellikle de okulun öteki paydaşları; müdürler, patronlar, kurucular, diğer yöneticiler, veliler ve belki öğrenciler bile- şunu düşünmeden edemeyecektir:
Hangi öğretmen, beklentileriyle okullarımızdaki değişimi tetikleyecek?
Kim o?
Nerede, hangi akademide yetiştirdik onu?
O, bu denli kaliteli beklentileri hangi sosyal çevrede, nasıl geliştirdi ve şu anda nerede çalışıyor?..
İyimserlikle yanıt veriyorum:
Öyle öğretmenler her yerdedir.
Her ortamda yetişebilir ve her okulda çalışıyor olabilir.
Lokomotifler, iticiler, sürükleyiciler onlar…
Değişme ve değiştirme yeteneğine sahip lider öğretmenler…
Özel okullarda ya da devlet okullarında, istisnasız bütün okullarda çarpıcı, iyi örneklere rastlarsınız…
Kasabalarda ya da kırsal kesimde, taşımalı sistemle kalabalıklaştırılmış merkezi köy okullarında veya anakentlerdeki görkemli kolej kampüslerinde var öyleleri…
Sizin yaşadığınız yerde, sizin bitirdiğiniz okulda da var.
Mutlaka var, bir yoklayın hatıralarınızı.
Ve bugünün çocuklarının hatıralarına işleyecek, bugünün okullarında, bugünün öğretmenleri içinde de titizlikleriyle, seçicilikleriyle, kolay beğenmezlikleriyle, yön vericilikleriyle, karizmalarıyla, cesaretleriyle, gelişkin merak duygularıyla, kullandıkları özgün öğretim yöntemleriyle, rasyonellikleriyle okulları iyileştirmeye aday sayısız öğretmen var.
Kesinlikle var!
-Niteliklerini buraya kadar sıraladığım öğretmenleri memnun edecek şeyler, öyle öğretmenlerin egolarıyla ve konforlarıyla değil, gelişme ve geliştirme düşleriyle, evrensel ütopyalarıyla, dolayısıyla hayatın gelişimiyle ilgili ayrıntılardır. Okulları kuranlar ya da yönetenler, bu gerçeğin farkına vardıkları oranda paradigmanın ilerisine geçebilirler ve ‘gerçek iyileşme’ sağlayabilirler.
-Daha genel anlamda ise öğretmenlerin ‘istihdamla ve ücretle’ ilgili beklentileri, toplumun öz-saygısının gelişimiyle ilgilidir.
-Ve yine genel anlamda öğretmenlerin ‘okul konforuyla’ ilgili talepleri, bizim gerçek kıymetimizle ve hak edişlerimizle, ilgili birer saptamadır. Daha doğrusu çocuklarımıza biçtiğimiz pahanın, onlara verdiğimiz değerin bir ifadesidir.
★★
Çok mu ütopik düşünüyorum ya da çok mu iyimserim?
Harika; çünkü böyle olabilmek için bir bellek dolusu ‘iyi örnek’ biriktirdim.
Ama elbette esas konu bir yazarın iyimserliği değil. Konumuz, her yerde karşılaşmanın mümkün olduğu o iyi örneklere karşı sistemin, okulların ve okulları yönetenlerin tutumu.
Öylelerine karşı kuşkucu veya aşırı ihtiyatlı oluşumuz…
Onlara kulak vermeyişimiz…
İşte bu bir sorun!
Bizim ‘kendisi başlı başına bir rota olan öğretmenlerimizi’ anlıyormuş gibi görünüp, sözlerine kulak tıkayışımız bir sorun…
Sorun, belki bizim sağırlığımız, uyuşukluğumuz.
Belki yeni kaynaklar yaratma konusundaki beceriksizliğimiz…
Belki var olan kaynakları yönetme konusundaki hünersizliğimiz…
Belki yenilikçi yaklaşımlara dönük derin kuşkumuz…
Gerçekten inkılâpçı olamayışımız belki…
Ya da -bu tam bir trajedikomedi- halihazırda her şeyin en ideal durumda olduğuna, gelişimin artık tamamlandığına inanıyor oluşumuz.
Tarih bitti mi?
Sebep tam olarak hangisi?
Gerçek ve evrensel çözümü -rotayı- bildikten sonra sebebin ne olduğu çok da önemli değil. En azından ‘birinci derecede’ önemli değil!
Çok gerekli ve dikkate alınması gereken analizler, doğru noktalara doğru temaslar. Elinize, emeğinize sağlık.