‘Sabah iletişimi yönetemezseniz akşam krizi yönetirsiniz!’ diyor Hülya Mutlu.
Hülya Mutlu kim mi?
Türk Eğitim Derneği’nin öğretmenlerine ve yöneticilerine sunduğu online eğitim platformu e-TED’in çok değerli, harika, müthiş hocası.
İletişim uzmanı, yazar, danışman, koç, mentör, hem bir Hacettepeli hem bir Oxfordlu, aynı zamanda çok yetenekli bir canlandırmacı, ‘eğitimlerinde mizahın gücünü kullanan’ müthiş bir komedyen...
Ondan, üstelik bu yaşımda eğitim alıyor olmak, sadece bir şans değil elbette, benim için aynı zamanda büyük keyif ve onur.
Ve fakat sadece Hülya Mutlu değil, e-TED platformundaki uzaktan eğitimlerin ve eğitim verenlerin çoğu kendi alanında ‘avangart ve en iyi örnekler’ arasında.
Andığım eğitimler, Milli Eğitim için de harika bir rezerv ya da örnek. Tabii MEB, Amerika’yı yeniden keşfetmek istemiyorsa...
Elbette böyle bir eğitim silsilesini en başından düşünen, akıl eden, bir ‘iyi örnek’ olarak Türk eğitim dünyasına sunan takımdan sıradışı eğitim lideri ve Türk Eğitim Derneği’nin (TED) eski(meyen) efsane Genel Müdürü Sayın Sevinç Atabay’a da saygı, sevgi ve şükranklarımı gönderiyorum. Kendileri, eğitim liderliği ve topluma hizmet açısından köklü bir cemiyetten bütün bir ülkeye terfi etme kararı aldılar ve Bursa’dan milletvekili adayı oldular. 14 Mayıs seçimlerinden sonra belki de az önce vurguladığım lokal iyi örneği ve daha nice iyi örnekleri, gerçek bir ‘bilirkişi’ olarak tüm Türkiye’de maarifin gelişimi için gerçekleştirme olanağı bulacaklar.
Bir yazar ve daha çok bir eğitimci olarak bunu içtenlikle diliyorum.
★★
Gelelim bir kere daha Hülya hocamın vurgusuna:
‘Yöneticiler, ya iletişimi yönetirler ya da krizi...’
Bir risk durumuna dair muhteşem bir tespit bu.
Nedenler ve sonuçlar bağlamında kurumdan kuruma, kültürden kültüre değişim gösteren bu durumu aslında biz çok sık yaşıyoruz.
Yarım konuşmalar ve eksik yönergeler galiba en büyük neden!
Onu, yine ‘yarım aktarımdan ya da hiç aktaramamaktan doğan’ bir başka ayrıntı, çalışanlar ve yönetenler arasındaki önyargılar izliyor:
‘O zaten hiçbir şey bilmez’...
‘Ona nasıl anlatırsam anlatayım sonuç değişmez’...
Ya da ‘Bırak nasıl yaparsa yapsın, nasılsa ona hesap sorulacak’...
Hoş, yönetenler de aslında ‘çalışanlardır’ ama galiba zaten püf noktası da bu; yöneten, eğer oyunun içindeyse farklı bir saygı uyandırıyor ve yönetilenler, çalışanlar, onun söylediklerini cepheden sesler olarak dinliyor. Başta kuşku duysa, bir şeyleri tartsa da yolculuğun ileriki aşamalarında yöneticisini daha fazla ciddiye alıyor...
Bu durumda yöneticinin ehliyeti, tecrübesi, liyakatı önem kazanıyor.
Eğer biz, bir genelleme yapıyor ve ‘Bizde yöneticilerle çalışanlar arasında yaygın bir iletişim bozukluğu yaşanıyor’ diyorsak ki bu son derece dramatik bir tespit olur, o halde satır aralarına aslında biraz da şu gerçeği gizlemiş oluyoruz: Bizde ya çalışanların çoğu işini bilmiyor, işten kaçıyor ya da yöneticilerin çoğu liyakatsız, oturduğu koltuğu hak etmiyor ve takımını harekete geçiremiyor!
Hangisi sizce?
Yönetenler mi geliştirilmeli, çalışanlar mı?
Tabii bu ikisi arasında bir seçim yapmak zorunda değilsiniz. ‘Bugün bizde iş dünyasının genel iletişim sorunları, üzerine konuşmaya değmeyecek kadar az; boşa kafa yormayalım!’ dersiniz, ya da ‘Hepsi aynı pastanın katmanları; biri bozulduysa öbürü de zaten yenmez!’ dersiniz, olur biter.
★★
Bitirmeden...
Gününüzün büyük bölümünde iştesiniz ama nasıl bir iş ortamında ‘yaşıyorsunuz’? Peki oradaki iletişim biçiminden, tarzından, kültüründen ne kadar memnunsunuz?
Daha da önemlisi yöneticinizin o kültüre etkisi ne yönde, ne kadar?
Ya sizin aidiyetiniz ve etkiniz?
Düşünün bakalım...
Zaman sınırı yok ve de bu bir sınav değil. Şu güzel bahar gününde sadece düşünün lütfen!
Ve topu başkasına atmadan kendi sorumluluklarınızı anımsayın...
Hatta arada bir anımsamaktansa hiç aklınızdan çıkarmayın!
Bu daha iyi olur!