Pazartesi sendromu... Dünün depresif havası yani...
Üstelik yıllık izin dönüşü, düşünsenize...
Etkisinden kurtulmak için alakasız bir şekilde geçmişte sahip olduğum motorsikletlerimi düşünüp durdum gün boyu.
Yani ‘demir atımı’...
Demir atlarımın tümünü...
Sadece benim emektarı veya en klasikten en moderne uzayan türlü türlü motorsikletleri de değil, bu yazıda daha çok ‘onca taşıt seçeneği varken -olanca tehlikesine rağmen- bile isteye motorsiklet kullanmayı seçmiş insanların yüksek kültürünü’ övmeye niyetliyim azıcık.
Zira ‘gerçek’ iki teker aşıkları, övgüyü hak edecek kadar kültürlü, nazik ve duyarlı insanlardır.
Nereden mi biliyorum?
Arada bir içlerine karışıyorum da oradan biliyorum.
Mutlaka A2 sürücü belgesi olan, kask takan, trafik kurallarına uyan, asla yasal limitlerin üzerinde hız yapmayan, kulüp terbiyesi almış, trafikte takım disiplinini bilen, motorsikletini dünyaya meydan okumak için değil de dünyayla bütünleşmek için kullananlar sürücülerden söz ediyorum…
Motorsikletçinin anayasası bu yedi maddeden oluşuyor.
‘Onlardan biriyim’ desem, bu iyi bir megalomani örneği olur; öyle demeyeceğim.
Hem zaten artık bir motorsikletim de yok.
Ama az önce sıraladığım niteliklerin tümünü eksiksiz taşıyan harika sürücüler tanıdım. Öyle dostlar edindim.
Alanya Demiratlılar Motorsiklet Kulübü Başkanı İsmail Hakkı Erdağ ve kulübün tüm üyeleri, tam da öyle sürücülerden işte. O kulübün bir üyesi olmaktan onur duyuyorum.
Bir akademi gibi…
Başkan’dan ve kulüp arkadaşlarımdan çok değerli bilgiler öğrendim. Hayat, çevre ve motorsikletler hakkında...
★★
‘Motorsikletçilerden hayat hakkında ne öğrenilebilir ki?..’ diyorsanız…
Bakın, mesela aşağıdaki metni çok uzun zaman önce okumuşum.
2007 kışı imiş. Çok beğendiğim için de bir kıyıya tarihiyle not etmişim.
‘Türkbikers’ adlı motorsiklet forumunda Murat Özbilge, yazmış. Tahmin edeceğiniz üzere Özbilge, gerçek bir motorsiklet tutkunu. O’nun henüz doğmamış oğluna yazdığı mektup şöyle başlıyor:
“Motosiklete bin oğlum; çünkü motosiklet hayattır!
Birçok babanın korkusu, oğlunun motosiklete binmesidir. Ölümden ve başka her türlü tehlikeli durumun çocuklarının başına gelmesinden korkarlar.
Benim, senin başına gelmesinden en çok korktuğum şey ise hayatın zevklerini almadan yaşayan bir eğreltiotu olmandır.
Eğer yapmak istediğin şey, orada duruyorsa ve aranıza bir tehlike dikilmişse, senin yapman gereken o tehlikeyi aklınla bertaraf edip, istediğin şeye ulaşmaktır. İşte bunu yapamazsan hayatın da ancak bir eğreltiotununki kadar heyecanlı olabilir.
Motosiklete bin oğlum, ama çok dikkat et; çünkü Motosiklet çok tehlikelidir.
Tehlikenin üzerine aptal gibi gitme!
Unutma, Sun-Tzu der ki; "Kötü komutanlar önce savaşa girer, sonra nasıl kazanacaklarını düşünürler; iyi komutanlar ise nasıl kazanacaklarını bulmadan savaşa girmezler…”
Sen, önce hesap kitap yapmadan viraja girip sonra da o virajdan nasıl sağ çıkacağını düşünen aptallardan olma sevgili oğlum. (...)”
Bu kısacık alıntı bile gerçek motorsiklet sürücülerinin nasıl bir kültüre sahip oldukları hakkında bize fikir veriyor.
Ama toplumun motorsiklet kullanıcılarına yönelik önyargılarını kırmak için belki de bundan çok daha fazlası gerekiyor.
★★
‘Motorsikletçilerden ne öğrenebiliriz?’ sorusuna dönelim ve onunla bitirelim.
İki teker tutkunlarından neyi öğrenebileceğimizi, Murat Özbilge zaten özetlemişti:
‘Önce nasıl kazanacağını düşün, sonra savaşa gir!’
Bu cümlenin trafikteti açılımı şu:
Tehlikelerini araştırmadığın ve onları nasıl aşacağını bilmediğin yolculuğa asla çıkma.
Yoksa ölürsün!
Bu, birinci kural…
İkinci kural da en az ilki kadar basit ve anlaşılır:
‘Sakın yarışma…
Sadece yol al!’
Motorsikletinin sana verebileceği en büyük -ve de en sağlıklı- haz budur. Bu, beraberinde neleri getirir peki?
Rüzgara karışıp erimeyi getirir...
Devinimin tam merkezinde olma hissi yaşatır insana...
Bir şeye meydan okuduğun için değil, sadece ama sadece kendini keşfettiğin için...
Sonuç:
Büyük olasılıkla ‘olgunlaşırsın’ ve işte o zaman da boynuna, bütün madalyonların en görkemli olanını takarsın: ‘Tevazu’yu...
Stop!
Kapattım motoru, kaskımı çıkardım. Hadi eyvallah...